Pages

17 Haziran 2012 Pazar


Sen başlarken ben bitiyorum, ben başlarken ise sen yorgunlukla şalteri indiriyorsun. Bir türlü kesişmiyor zamanlarımız… Hep erteliyoruz yaşanacakları, elbet bir gün zamanı gelir diye. Tüketip duruyoruz günlerimizi sıradanlığın kollarında. Zamanı gelince sohbet ederiz, uygun zaman olursa o filmi seyrederiz, denk düşerse tavla oynarız, o kitaba keyifli ve boş bir vaktimizde başlarız, yorgun olmazsak lapa lapa karın altında elbet bir gün yürüyüş yaparız…
Gülerken bile eli sıkı davranıyoruz, eskisi gibi kahkahalarla, dakikalarca ne zaman güldük onu bile hatırlayamıyoruz. Kullandığımız kelime sayısı bile azalıyor gün geçtikçe. Neredeyse zorunlu olmadıkça ağzımızdan laf dökülmeyecek. Giydiklerimiz bile hep aynı şeyler olmaya başladı ve sıradanlığın girdabına kapıldı. O kadar kıyafet dolabımızda beklerken, değişikliğe gerek görmeden neredeyse birkaç parça giysi ile geçirip duruyoruz günlerimizi.
Bir yerlerimiz ağrıyor ama doktora gitmeyi hep erteliyoruz. En kötüsü de her gün birer birer hücreleri ölmeye başlayan kalbimiz. Artık gazetelerdeki ölüm ilanları bizi etkilemiyor, acı çeken gözümüze yaş getirmiyor. Ne zaman böyle taş kesildik? Kendi bencil dünyalarımıza gittikçe daha fazla hapsolurken, kaybettiğimiz veya çaldırdığımız vicdanlarımıza bir gün tekrar kavuşabilecek miyiz? Daha kaç maskemiz olacak? Miş gibi görünmekten ne zaman sıkılıp, ruhumuzu azat edeceğiz?
Aynı olduk hepimiz, birbirimizin karbon kopyası gibiyiz. Şimdi başkaldırmak zamanıdır! Eğer şimdi yine ertelersek, şimdi unuttuklarımızı hatırlamazsak, şimdi farklılaşmazsak, şu anı şimdi yaşamaz yine ertelersek, şimdi kalplerimizi bu komadan çıkartamazsak çok geç olacak ve belki de artık sonsuza dek yenik düşeceğiz. Doğru zaman şu an…

0 yorum:

Yorum Gönder