Pages

15 Haziran 2012 Cuma



“Çay fincanındaki dudak izinin sıcaklığıyla…” (Sunay Akın)
“Adım atmak” dedi Sunay Akın, insanoğlunun hatırlanacak bir şey yaptığına dair ilk işarettir. Hatırlanacak en önemli şeylerden birini yaptığım anda yani İstanbul’a adım attığımda yapayalnızdım. Belki biraz korkuyordum ama ne olacağına dair nedense aptalca bir iyimserliğim vardı. O bana soğuk ve kalabalık gelen çok kişilik hücremde sabaha kadar olmasa da en azından gece yarısı üç ya da dörde kadar sessizce ağladığımı biliyorum.
Bedelsiz şekilde bir aşka kavuşamayacağımı biliyordum. Bu bir şehirde olsa böyleydi. Aşık olduğum şehrin, aşık olduğum Boğaz manzarasına bakıyordu odam. Geçiciydi konaklamalarım. Bir evim, dostlarım ya da kalıcı bir işim yoktu. Sadece burada bulunmamı sağlayacak kadar küçük bir bahaneydi işim. Yaptığım ne kadar doğru diye düşünürken bazı geceler kendimi o kadar kasıyordum ki ya dişlerim kanıyordu ya da başım ağrıyordu çatlarcasına. Bavuluma tıktığım eşyalarım, yanıma aldığım ama ufak sandığım harcamalarla erimeye başlayan küçük birikimim öylece yatağımın tam karşısındaki yer yer yıpranmış ve boyası sıyrılmış dikdörtgen etajerin üstündeki ağzı açık lacivert bavulumda duruyordu. Tozlanmamasını umarak. O kadar güvensizlik içinde insan ne arar? “Güven.”
Erkenden kalkıp, döndüğümde aynı yerde olamayabileceğimi düşünerek işe giderken sahip olduğum her şeyi geride bıraktığımı sanıyordum. Daha doğrusu buna inandırılmıştım. Fikrim değiştiğinde sanki arkamda duran herkes desteğini benden çekmiş, uzaktan beni izliyorlardı. Sıkış tıkış bir akvaryumda soluk almaya çalışan bir balığı izler gibi koltuklarından… Bense kendime göre ilk kez geç verilmiş bir kararın kararlılığıyla geldiğim şehirde tutunmaya çalışıyordum. Karşınızda tüm heybetiyle duran, yanına yaklaşamadığınız uzak bir şehrin yabancı yüzleri arasında insan ne arar? “Samimiyet”.
Sabah evden çıkardım. İnsanlara bakardım. “Havlamayanlar sürülerini bulamazlar” der “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabının yazarı. İşte bende o suratlardan, o mücadele etmeye çalışan insanlardan doğru yerde olduğumu anlıyordum. İşte tüm gün maskelerle dolaşan insanlardan sıkılıp Taksim’e doğru iniyordum. O kadar ürkek bir dönemdi ki hızlıca yemeğimi yiyip hemen güvenli sandığım yere dönüyordum. İnsan sabah-akşam rutininde verdiği mücadeleyi bile anlatamadığı bir şehirde ne arar? “Paylaşım”
Ben tutkuyla geldiğim bu şehre. Onunla tanıştıktan sonra yukarıda saydığım tüm kelimeleri bir arada buldum. Samimiyet, güven ve paylaşım. Sonra onunla biz bunun içine eğlence kattık ve adı aşk oldu. Bir şehir, bir aşk ve ardından bir yazı oldu…

0 yorum:

Yorum Gönder